
Ama Marx böyle bir toplumsal mülkiyeti hiç de üzerinde
yaşayan tüketicilerin gereksinimlerini karşılamak üzere, toprağın sömürülmesi
anlamını taşımayacağını belirtiyordu. Tersine, toprağın kapitalist mülkiyetini
ortadan kaldırıp, yerine komünal bir kullanım hak ve yetkisi
öngörüyordu:
“…Toplumun daha yüksek bir iktisadi biçimi açısından, tek
tek bireylerce, yeryüzünün özel sahipliği, bir adamın ötekine özel sahipliği
kadar saçma görünecektir. Bütün bir toplum, bir ulus bile, ya da hatta hepsi
bir arada var olan toplumların tümü birden bire yeryüzünün sahibi değillerdir.
Bunlar onun yalnızca zilyetleri, yararlanma hakkı sahipleridir ve boni
patres familias- ailenin büyük babası gibi onu gelecek kuşaklara, ilerlemiş
bir durumda devretmeleri gerekir…” (K. Marx, Kapital, Cilt III, Kısım
VI, Bölüm 46).
Ortak mülkiyet ve sorumluluk ilişkisi
Üretim araçlarında (toprak, fabrikalar, vs.) ortak
mülkiyetin onların korunması ve kollanmasında bir sorumluluk kaybına yol
açtığına ilişkin yanlış bir kanı vardır. Bu durumun, doğal kaynaklar üzerinde
hiç bir denetim sağlanamamasına yol açtığı ileri sürülür. Oysa tersine,
kapitalist üretim tarzında hakim üretim anarşisi ile kıyaslandığında,
Marx’ın doğal kaynakların kullanımı ile bağlantılı olarak öngördüğü toplumsal
hak ve sorumluluklar bunların korunması ve kollanması bağlamında çok daha
etkili sonuçlar vereceği açıktır.
Nitekim geleneksel toplumsal mülkiyet sistemlerinin
sürdürülebilir olup olmadığı üzerinde son zamanlarda yaygın olarak yürütülen
araştırmalar, kapitalizm-sonrası toplumlarda çevreyle ilgili yönetim
olanaklarının daha etkin olabildiğini ortaya koymaktadır.
Marx’ın gelecek toplumların toprak üzerindeki
sorumluluklarına yaptığı vurgu onun komünist toplumda insan ve doğa arasında
kaçınılmaz birlikteliğin bilinçli ve toplumsal olarak algılanacağı öngörüsünden
kaynaklanır. Marx ve Engels için insan ve doğa "iki ayrı varlık"
değildir; bu nedenle onlar için söz konusu olan “bir tarihsel doğa ve doğa
tarihine” sahip bir insanlıktır. Engels, gelecekteki toplumda, insanların
"doğa ile bir bütün oluşturduğunu duyumsamakla kalmayacak, aynı zamanda
bunu biliyor olacaklardır.” Marx ise, komünizmi “insanın doğası ile
bütünleştiği” bir toplum olarak görmektedir.
İnsanın yaşamını sürdürmesi ve yeni nesillerin yetişmesinin
sağlanması için doğayı kullanması zorunludur. Marx, bu bağlamda, insanların
doğa güçlerini kontrol altına almaları için çaba göstermeleri gerektiğine
işaret eder. Bu nitelikte "Doğa'nın gerçekten bilinçli efendileri"
olabilmeleri, ancak "kendi toplumsal örgütlenmeleri üzerinde kendi
iradelerini kullanabiliyor” olmaları ile mümkün olacaktır.
Ama yine de gelecekteki toplumda doğa güçleri üzerinde tam
bir kontrol sağlanması mümkün olmaz. Kimi zaman doğal koşullarda hala daha
beklenmedik gelişmeler yaşanabilir. Özellikle tarımsal alanda iklim
koşullarının olumsuzluğu, beslenme sorunlarına yol açabilir. Bu bağlamda doğal
koşullarda bu gibi beklenmedik gelişmeler, deprem, sel felaketi, vs. gibi doğal
felaketlerle birlikte, insan gereksinimlerinin karşılanmasında güçlüklere yol
açabilen gelişmelerden söz etmek gerekir. Bu nedenle, beklenmedik koşullara
karşı insanların hazırlıklı olmalıdır. Bunun için ihtiyacın üzerinde yedek ürün
stoku yanı sıra, üretimin aksatılmaması için ihtiyati hammadde stoklarının
temini gerekir. Bunun yanı sıra, beklenmedik veya öngörülemeyen gelişmelere
güvence oluşturma amacıyla üretim faaliyetlerinde girdi olarak kullanılanlar
yanı sıra, ürün bazında ihtiyat stoklarının bulundurulması gerekmektedir.
Bütün bunlar, doğa-insan ilişkilerinin kapitalizm-sonrası
toplumlarda alacağı biçimler üzerinde Marksist değerlendirmeler olması
bağlamında önem taşımaktadır. Bir başka deyişle, kimilerinin ileri sürdüğü
gibi, Marksizm kuramcıları, doğa üzerine üstünkörü değerlendirmeler
yapmamışlar; tersine doğa kaynaklarının her zaman erişilebilir olmadığını,
olağan dışı koşullarda üretim sürecinde kesintisiz girdi sağlanması bakımından
doğal kaynaklarda makul bir yedekleme gerektiği üzerinde enine boyuna
durmuşlardır.
Marx ve Engels, insan kurtuluşunu onu köle haline getiren
üretim araçlarındaki kapitalist mülkiyet biçimini ortadan kaldırmaktan
geçtiğini ortaya koydu. Ama bu özgürlük, hiçbir zaman doğa yasalarına karşı
koyma veya bu yasaların getirdiği zorunlu koşulları göz ardı etme anlamına
alınmamalı. İnsan topluluklarının izlediği üretim tarzı, üretim güçlerinin veri
koşullar altında ulaştığı düzey ile bağlantılı ve bu anlamda kapitalist üretim
tarzı ve onun insan emeği için getirdiği sınırlara karşı çıkılması, doğa
yasalarına karşı çıkmakla eş tutulmamalı. Tersine, üretim süreci içinde
tarihsel nitelik taşıyan ve bu nedenle yeri ve zamanı geldiğinde tarih
sahnesinden silinecek üretim ilişkileri ile toplumun üretim faaliyetlerini
yürüttüğü doğa ve onun evrensel nitelikteki yasalarına karşı çıkılması aynı
kefeye konmamalı. Tersine insan bu doğal yasaların daha iyi anlaşılması ve onun
esaslarına uyulması sayesinde insanlık yararına kullanılması ve
değerlendirilmesi öngörülmeli
Marx’ın önerdiği toplum modelinin ekolojik olmadığına
ilişkin yöneltilen eleştiriler, genellikle Marx’ın kapitalizmi algılayışı ve
yorumlayışının eksik yada yanlış değerlendirilmesinden kaynaklanır. Bu durum,
Marx’ın komünist toplumun kurulması için öngördüğü geçiş dönemi ile bağlantılı
olarak özellikle vurgulanmaktadır.
Marx, komünist topluma geçiş
aşaması ile bağlantılı olarak şunları söyler: “Burada karşılaştığımız şey,
kendine özgü olan temeller üzerinde gelişmiş bir komünist toplum değildir,
tersine kapitalist toplumdan çıkıp geldiği şekliyle bir komünist toplumdur.
Dolaysı ile iktisadi, manevi, entelektüel her bakımdan bağrından çıktığı eski
toplumun damgasını hala daha taşımaktadır.”[i]
Marx, haklı olarak hayal görmüyor
ve kapitalist toplumdan uzun ve sancılı bir doğumdan sonra çıkıp gelen komünist
toplum içinde kapitalizmin damgasını taşıyan kurumların varlığının kaçınılmaz
olduğunu belirtiyor. Ama bu kaçınılmaz gerçek Marx’a yönelik sürdürülebilirlik
eleştirisinin odağı yapılıyor. Bir bakıma kapitalizmin mirasını devralmakla
onun doğal çevreyi piyasa için üretim amacına tabi kılan anlayışının
benimsenmiş olduğu suçlaması yapılıyor. Bununla da kalınmıyor; bu temel üzerine
yükselen komünist toplumda insanların zorunlu çalışma sürelerinin kısaltılarak
daha fazla dinlenme süresi olanaklarının yaratılması hedefinin de ayrıca doğa
tahribatının derinleştireceği söyleniyor. Geliştirdiği komünizm modeli ile
Marx’ın bütün bu gerçekleri görmezden geldiği ileri sürülüyor.
Bir kere komünizmin kapitalizmi
yıkmış olmakla onun tüm izlerini silmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Aksi
durum, tarihin normal seyrini de kabul etmemek anlamına gelir. Kapitalizm
insanın tarihi sürecinde kaçınılmaz bir aşamadır ve onun yok sayılması mümkün
değildir.
Burada üzerinde hassasiyetle
durulması gereken bir süreç yaşandığını görmek gerekir. Gerçekte komünist
toplum, kapitalist toplumun artık iyice kronikleşmiş üstyapısını tümüyle
parçalayıp yeniden düzenlerken, işbölümünün en yüksek aşamasına ulaşması ile
iyice toplumsallaşmış altyapısını neredeyse olduğu gibi devralır. Ama bu
altyapı üzerinde oluşturulan yeni bir üstyapı ile yepyeni bir üretim tarzı,
yani komünist toplum vücuda getirilmiş olur.
Komünist toplumda tek başına
üretim araçlarının ortak mülkiyeti komünist üretim tarzı için gerekli ve
neredeyse yeterli koşuludur. Çünkü kapitalist sermaye sınıfı,
egemenliğinin gücünü salt üretim araçlarında özel mülkiyetten alır. Bu
belli bir tarihsel aşama sonrasında artık üretim güçlerindeki biteviye gelişme
ile çelişir hale gelir. Bundan sonra da komünist topluma geçiş süreci
kaçınılmaz olur ve bu da esas olarak üstyapıda (üretim ilişkilerine) bir
dönüşüm ile sağlanır.
Komünizme geçiş ile kapitalist mülkiyet
anlayışından temelli bir ayrımı öngörürken, aynı durumun üretilen ürünlerin paylaşımı
anlayışında da geçerli olduğunu söylemek mümkün olmaz. Burada hala daha
kapitalist toplumun izlerine rastlanacaktır. Komünist toplumun geçiş
aşamasında herkes, topluma vermiş olduğunun tam karşılığını alacaktır.
Bireyin topluma vermiş olduğu şey, kendi emek miktarı ile orantılıdır. Bu emek
miktarından toplumsal gerekliliklerin, örneğin, eğitim, sağlık, vs. yanı sıra,
çalışamayacak durumda olanlar için ayrılması gerekenler dışında kalan kısmına
eşdeğer olan toplam emek ürününden her kes kendi emeğinin tam karşılığına denk
gelen bir bono alır. Bu bono zorunlu harcamalar dışında kalan emeğinin
karşılığını temsil eder ve herkes o miktarda toplumsal üründen pay alır.
Görüldüğü gibi, komünist toplumun
geçiş aşamasında hala daha kapitalizme özgü adil paylaşım geçerlidir.
Adil paylaşım anlayışının kapitalist içeriğini görmek gerekir; zira bireyin
emeğinin karşılığı gerçekte onun gereksinimlerini tam olarak karşılamayabilir
veya tersine; gereğinden fazla olabilir. Çünkü her insanın gereksinimi
birbirinden farklıdır değildir. Kimi insan evlidir, çocuk sahibidir ve bu özel
konumuna göre gereksinimleri farklı farklı olabilir.
Marx, komünist toplumun daha
yüksek bir aşamasında kapitalizme özgü adil paylaşım ilkesinin aşılmasının
mümkün olacağını söyler. Böyle bir aşamada herkesin gereksinime uygun paylaşım,
ancak üretim güçlerinin buna yetecek düzeye olması ile mümkün olacaktır. Benzer
biçimde, komünist insan için sağlanacak olanaklar ile artık kol ve kafa emeği arasında
farklılık kalkacak ve bunun sonucunda zorunlu işbölümüne gerek duyulmayacaktır.
Çünkü üretim güçlerinin gelişmesi ile aynı zamanda zorunlu çalışma süreleri de
kısalacak, çalışanlar kendilerine daha fazla zaman ayıracaklardır. Kol ve kafa
emeği arasındaki farklılıkların kalkması ile insanların ürettiği emeğin
toplumsal karşılığı da eşitlenir ve topluma katkısı kadar, bunun karşılığında
hak edeceği ürünler de artacaktır.
Marx’ın komünist toplumun geçiş
ve daha yüksek aşamasına ilişkin olan ve bu son paragrafta özetlenen görüşleri
sürdürülebilirlik bağlamında eleştiri konusu edilmektedir, Bu eleştirilerde,
“üretimin herkesin ihtiyacını karşılayacak düzeye çıkartılması”, yada “çalışma
sürelerinin kısalması" görüşlerinin gerçekte daha fazla doğa kaynaklarına
başvurulmasını gerektireceği belirtilmekte ve bunun sakıncalı olduğu
söylenmektedir.
Ancak yakından bakıldığında,
eleştirinin insan gereksinimini karşılamak için komünist toplumda daha fazla
üretim yapılacağı varsayımına dayanmaktadır. Oysa komünizmin ne daha çok üretim
vaadinde bulunmakta ne de adil paylaşım gibi tümüyle kapitalizme özgü ve
gerçekte kaynak israfı demek olan bir anlayışı savunmaktadır.
Çünkü daha fazla üretim,
kapitalizme özgü bir anlayıştır; ancak bu şekilde daha fazla kâr elde edilir;
oysa daha fazla üretim mutlaka insan gereksinimlerini tümüyle karşılar sonucunu
doğurmaz. Öte yandan adil paylaşım yerine herkese ihtiyacına göre anlayışının
benimsenmesi de benzer biçimde kesinlikle daha fazla üretim demek
değildir.
Bilindiği gibi, emperyalist
amaçlarla tüm doğa kaynakları, insanların ölümü için silah üretimine ayrılır.
Kapitalist toplum lüks tüketim ile ayırt edilir. Aşırı tüketim ise kapitalizmin
bir başka özelliğidir. Komünist toplumda bütün bu gereksiz üretim biçimleri
ortadan kalkacak, belki de toplam üretim miktarı, bu gereksiz ve yararsız
ürünlerin üretilmemesi ile yarı yarıya azalacaktır. Öte yandan, komünizmin
yüksek aşamasında kaynakların boşuna israfına yol açan adil paylaşımdan
vazgeçilecek, “herkese ihtiyacına göre” anlayışı ile gerçekleştirilecek üretim
sayesinde doğa kaynakları hiç israf edilmeden tümüyle ihtiyacı karşılamaya
yöneltilebilecektir.
Komünizm kapitalist anlayışa özgü
ve geçiş aşamasında kaçılmaz olan adil paylaşım ilkesinin yetersizliğini tespit
ediyor ve bunun yerine herkese ihtiyacına göre paylaşımı gerçekleştirmek için
hedef koyuyor. Hatta gerçek ve tam bir komünist toplumun ancak bu şekilde
sağlanabileceğini de ekliyor.
Bu noktada Marx’a ekolojik
eleştiri yönelten Ted Benton bu gerçekleri yadsıyor. İnsanlık için kurulduğu
söylenen komünizmin özünde kapitalizmi benimsemiş ve onun üzerine kurulmuş
olduğunu ileri sürüyor. Onu “körü körüne 19. yüzyıl endüstriyalizmi
benimsemekle” suçluyor; bu döneme özgü doğal kaynakların sınırlı olduğu
gerçeğini görmezden geldiğini söylüyor. Val Routley de bu bağlamda, insanlara
daha fazla dinlenme süresi sağlama hedefinin doğa üzerinde olumsuz etki
yaratacağını belirtiyor. Buna göre, insanın temel ihtiyaç maddelerinin daha
kısa sürede karşılanacağını ima edildiğine göre, bu gerçekte eskiye kıyasla
daha fazla doğal kaynak tahsisi anlamına geliyor. Bu ise çevrenin daha fazla
tahrip edilmesi anlamını taşıyor.[ii]
Marx’a göre kapitalist toplumda
sermayenin temel çabası paylaşım değil, ama üretim, yani artı değerin
üretimidir. Çünkü bu onun aynı zamanda temel çelişkisidir.Bu sorun kapitalist
toplumda üretim güçleri ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin giderilmesi
ile çözülmüştür. Bundan sonra komünist toplumun üstesinden gelmesi gereken
sorun bu üretimin paylaşılması sürecinde yatar. Bu nedenle de komünizm ile
ilgili modelinde hareket noktası, ekolojik eleştirmenlerin ileri sürdüğü gibi
üretim değil, paylaşımdır.
Marx için kapitalizme özgü ve
“üretim ile ilgili sorunlara odaklanma” anlayışına öykünmesinin sözü bile edilemez.
Onun bu değerlendirmesini daha Komünist Manifesto içinde bile görmek
mümkündür. Kapitalizm, feodalizme kıyasla üretim güçlerinde muazzam ilerlemeler
sağlamıştır. Öyle anlaşılıyor ki, Marx bu kadarını kendi modeli için yeterli
görmüş ve zaten kapitalizmin temel çelişkisinin de bu noktada yattığını
belirlemiştir.
Kapitalizmde sermayenin çabası,
kendini büyüterek yeniden üretmektir. Bunun için sürekli yatırım ve üretim
yapmalıdır. Kapitalizm, bu ürünün nereye gittiği, nasıl tüketildiği, vs. ile
hiç ilgilenmez. Kısaca, paylaşım sürecine kesinlikle bakmaz. Bu durumu J. B
Say, üretilen her ürün için nasılsa bir talep oluşturulur diyerek açıklıkla
belirtmektedir.
Ama Marx’ın toplum modeli insan
odaklıdır. Hümanisttir. Bu nedenledir ki, model olarak tasarladığı, kol ve kafa
emeği arasında gerek toplumsal statü ve gerekse üretim sürecinde yer alış
biçimiyle söz konusu olan tüm ayrılık ve çelişkilerin giderilmiş olduğu,
işbölümünün köleleştirici baskısının söz konusu olmadığı, emeğin bir geçim
aracı değil, ama başlı başına bir bireyin varlığı ile ayrılmaz biçimde temel
amaç haline getirildiği ve bireyin tüm boyutu ile geliştirilip
zenginleştirildiği bir toplumdur amaçlanan.
Ahlaki olmaktan çok, toplumsal
hümanist anlayış ile insanı ele alan Marksizm’in onu doğal çevresinden ayırarak
ele alınacağını söylemek abestir. Bunun kadar abes olan bir başka değerlendirme
de, böylesi hümanist anlayışın salt onun maddi koşullarının iyileştirilmesi ile
yapılabilir olduğunu öngörmesidir. Oysa amaç insan mutluluğu ise, aşırı üretime
yönelerek ona daha fazla tüketim ve giderek aşırı ve gereksiz tüketim
olanakları sağlamanın bir işe yaramadığı günümüz kapitalist toplumda açık bir
şekilde kanıtlanmaktadır. Marx’a yöneltilen eleştiriler, insanların kapitalist
toplumda olduğu gibi bu tür “kaba” tatmin duygusu ve arayışı içinde olduğunu
varsaymaktadır.
Eleştirilerde temel alınan bir
başka varsayım, günümüz kapitalist üretim anlayışıdır. Geçiş toplumunda
kapitalist toplum altyapısını devralacak komünizmin de günümüzde geçerli
anlayışa uygun üretim yapısını sürdüreceği varsayılmaktadır. Bugün kapitalizm
ile olduğu gibi, kullanım değeri değil, ama değişim değeri yaratacağı, yada
hala daha insanların ölümü için üretilen nükleer, kimyasal, biyolojik, vs.
silah üretiminin süreceği düşünülmektedir.
Ancak kabul etmek gerekir ki,
geçiş dönemi kaçınılmaz bir durumdur ve zamanlaması ile ilgili kesin bir
yargıda bulunulamayacağı gibi, kapitalist topumun yüksek aşamasının hangi
koşullarda oluşabileceği üzerinde de kesin bir yargıya varmak mümkün değildir.
Komünizm, kapitalist altyapıyı devralmış olmakla, bu topluma özgü tüm
aksaklıklardan sorumlu olacaktır, bu kesindir. Ama unutulmamalıdır ki, bu
geçici bir durumdur.
Marx, üretim güçlerin gelişme
temposunu tarihsel açıdan ele almakta ve bunun sürekli ileriye doğru olduğunu
düşünmektedir. Bundan sonra Marx'ın sözleri ile bütün kolektif zenginlik
kaynaklarının gürül gürül fışkırdığı zaman insanların emeğinin karşılığını
değil, ama gerektiğini kadar elde edeceği zaman, böylesi bir tarihsel çıkarsama
sonucudur. Bu belki bir ütopya olarak değerlendirilebilir; ama en azından tüm
insanlık tarihine bakıldığında, üretim güçlerinin kesintisiz bir gelişme içinde
olduğunu görerek böylesi ütopya gibi görünen gelecek varsaymak olasıdır.
Hiç kimse Marx’ın komünist toplumda
üretim güçlerinin önündeki engellerin kalkması sonucunda, üretimin hızlı
bir artış temposu kazanacağı hakkındaki ünlü kehanetinin ilk bakışta ne anlama
geldiğini bilmiyor değil. Bu açıkça, kapitalist sistemin üretim güçlerindeki
doğal gelişme seyrini engelleyici niteliğine bir gönderme olduğu kadar, aynı
zamanda onun yerine geçecek komünist toplumda üretim faaliyetlerinin önündeki
engellerin aşması ile daha özgür ve yaygın bir üretim anlamına gelmektedir.
Böylelikle üretim hacmi artacak ve insan gereksinimlerinin daha makul ve kabul
edilebilir biçimde karşılanabilecektir.
[ii] Val Routley, “On Karl Marx as an
Environmental Hero,” 242; Walker, “Ecological Limits and Marxian Thought,”
242–3. Ted Benton, “Marxism and Natural Limits,” New Left Review, no. 178.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder