Modernitenin İnkârı ve Neoliberal Şiddet

 
11 Eylül ikiz kulelerine saldırı, burjuva emperyalist dünya için bir dönüm noktası oldu. Doğrusunu söylemek gerekirse, bunu geleneksel burjuva demokrasisini bir kenara koymak için bahane yaptılar. Hatta bu bahaneyi bizzat kendileri yarattılar. Her türlü yüzsüzlüğü, yalanı ve insanlık dışı tutumu hayasızca sergileyerek kendi çıkarları için her yola başvuruyorlar. İnsan değerlerinin bir kenara bırakılıp kan ve dehşet saçmaya başlamanın dışında başka çarelerinin kalmadığını şimdi daha açık görebiliyorlar.

Çünkü böyle bir yolu seçmeleri kaçınılmazdı eninde sonunda ve bahane bulmuş olsun olmasın, bunu gerçekleştirmek zorundaydılar. 11 Eylül sonrasında, başta ABD ve İngiltere olmak üzere, onu izleyen Avrupa devletleri ve onların bir dediğini yapmayan uydu hükümetler, terör yasaları kisvesi altında süratle insanlığın yüz karası şiddet uygulamalarını yasal hale getirdiler.

Uydu yönetimlerin de kendilerini ne denli yakından izleyebildiğini görerek bundan gurur duyuyor olmalılar. 1 Mayıs 2008, 11 Eylül sonrası burjuvazinin artış şiddete başvurmayı kendisi için ne denli meşru olduğunu kanıtlayan bir sahne olarak belleklerden silinmeyecek.

Kuşku yok ki, hastane kapısını bombalayan ve dertlerine çare aramak için oraya gelmiş insanları dehşete düşüren sahneler modernitenin ayaklar altına alınması ve yerine neoliberal şiddetin yerleştirilmesi bakımından bir dönüm noktasını oluşturacak.

Aynen K. Marks’ın sermayenin bu hayasızlığı için bundan yüz elli yıldan daha fazla bir süre önce söylediği gibi. Şimdi, feodalitenin insanlara özgürlüğü çok gören angaryasına karşı onu gökte zembille aratacak bir sömürüyü getirdiğin söylediği sermaye ile karşı karşıya şimdi insanoğlu.

Bu durum, gerçekte yeni bir aşama olarak değerlendirilmelidir post modernist burjuva yönetimleri için. En şiddetli ve acımasız savaşlarda bile sıhhiye birlikleri, savaşan taraflar için saygı görmüş ve dost düşman fark etmeksizin onlara her türlü kolaylık ve hüsnü kabul gösterilmiştir. Ama artık eski günlerin çok gerilerde kaldığı anlaşılıyor. Neoliberalizm, dünyada her alandaki küreselleşme sürecine ve kapitalist piyasa düzeninin zorlanmasına, onun dışına çıkılmasına ve onu tehdide yönelik girişimlere karşı iyice tahammülsüz hale gelmiştir. Aksi davranış sergileyenlere karşı da en acımasız biçimde karşı koymaktadır.

Küreselleşme ile aynı akort içinde yer almaya çalışan Türkiye’nin de bunları benimsenmemesi düşünülemezdi ve nitekim bunun en açık örneklerinden biri de 1 Mayıs 2008 ile gözler önüne serildi. Kan gövdeyi götüren Irak’ta bile hastanelerin bombalanmaması için azami dikkat gösterilirken, hasta, çoluk çocuk gözetmeden acil servislere kadar gaz bombaları ile saldırı Türkiye için milat oluşturacak.

Bir kez daha küreselleşmeye öykünen şiddet

Sermayede, işgücünde, ticarette, vs. olduğu kadar, kültür ve sanatta da gözlenen küreselleşme kendini şiddet konusunda da göstermekte gecikmeyecekti. Hakim sınıf ideolojisi yanı sıra sömürü düzenini sürdürmesi için karşısına dikilen engelleri aşma kararlılığı da küresel işbirliği içinde olacaktı. Nasıl sermaye işçi sınıfının karşısına artık bir ulusal kimlik ile çıkmıyor ve küresel sermaye niteliğinde dikiliyorsa, artık militan işçilerin karşısına da sermaye de işçilere topyekün küresel ortakları ile birlikte dikilmekte gecikmeyecekti.

1 Mayıs 2008 şiddet olaylarında bu durum başından beri izlenmektedir. Sermaye, başından beri her türlü etkinliğe açık olan Taksim meydanını “keyfi” olduğu düşünülen, ama sonuna kadar kararlı bir tutumla işçilerin “sermayeye karşı kinlerini kustuğu” 1 Mayıs anma etkinliklerine kapatmıştır. Bunu engellemek için Taksim ve çevresini dışında, tüm İstanbul’u esir alacak yöntemler devreye sokmuş, tüfek, tabanca, cop, gaz bombaları, gaz maskesi, kalkan, zırh, vs. ile her türlü modern savunma ve saldırı silahları ile donattığı polisi ve askerini işçilerin karşısına dikmiş ve herşeyden önemlisi de kaba, acımasız ve etkili gücünü sergilemek için kuşatma alanı içinde kalan çoluk, çocuk, yaşlı, hasta, vs. ayrımı yapmaksızın, terör uygulamıştır.

Taksim’de en üst kademeden en alttakine kadar burjuvazinin hizmetinde olanların öfkeden kudurmuş halde saldırıları, gerçekte sermayenin militarist küresel baskı, şiddet ve modern diktatörlüğünü ilan edişi ve bunun için yürürlüğe soktuğu küresel hegemonya ile açıklanabilir.

Psikolojik terör

Taksimde yaşanan polis terörünün ayrıcalıklı niteliği burada yatmaktadır. Burjuvazi artık her adımda şiddete başvuruyor. Yaygın uygulamalardan farklı olarak, işçilere hadlerinin bildirilmesi için tüm İstanbul’u esir alacak yöntemlerin uygulamaya sokulması, güvenlik güçlerinin en sok teknolojik şiddet araçları ile donatılması ve önlemlerin akılcı bir taktik uygulama ile saat gibi işletilir olması bir şekilde açıklanamaz değildir. Ama Taksim terörünün açıklanması pek mümkün olmayan bir yanı var ki, o da terörün psikolojik unsurlarının öne çıkmasıdır. Kitlelerin yıldırmasında etkili bir araç olarak fiziksel şiddetin çok ötesine giden terörün bu biçimi, Nazi yöntemlerini hatırlatması bakımından da ayrıca ilginçtir.

Taksim’de 1 Mayıs kutlamaları niyeti ile yola çıkanlara uygulanan şiddet unutulacak gibi değil. Genellikle ilerlemiş yaşlarda olanların yer aldığı DİSK kortejini basınçlı su tutularak dağıtılması, DİSK genel merkezine girilerek maddi hasara yol açacak şekilde işçi sınıfının bu öncü kurumunun hükmi kişiliğine saldırıda bulunulması, genel merkez binası içinde kapalı mekânda gaz kullanılması. Basınçlı su, fiziksel darbe, kapalı yerde gaz kullanımı. Bütün bunlar, yol açtığı fiziksel veya atılan çok çeşitli bomba tiplerine bakılarak kimyasal etkileri yanı sıra, daha çok yıldırma, panik, aşağılama, hor görme, vs. gibi insanları psikolojik olarak kuşatma ve bu şekilde sindirmeye yönelik girişimler.

Küresel hegemonya olarak tanımlanan bu sürecin izlerini günlük yaşamda somut olarak görmek mümkün. 1 Mayıs günü işçilerin karşısına polis güçleri yanı sıra, asker de çıkartıldı. Ama esas olarak işçileri alanlara sokmamak yanı sıra onlara unutamayacakları bir ders ve gözdağı vermek üzere harekete geçirilen güvenlik güçlerinin donanımları, izlenen taktik, vs. yanı sıra, polisiye yöntemleri ilk defa bu denli acımasız bir tarz özlenerek uygulandı.

Bu tutum, açık biçimde güvenlik güçlerinin kişisel kinleri, saldırgan güdülenmeleri ve adeta beyinlerinin yıkanmaları ile açıklamak mümkün değil. Hatta daha da ileri giderek, başta hükümetin İstanbul’daki icraatının başında olan Vali olmak üzere, güvenlik güçlerini yönlendirmekle görevli devletin üst kademe bürokrasiden başlayarak bu en büyük mülk amirinin gözünün dönmesine yol açan sermayenin temsilcilerinin öznel tutumları da kesinlikle olayları böylesi kabul edilemez mecralara sürüklenmesine yol açmış değil.

Ama bütün olup bitenler, artık burjuvazinin insan değerlerine dayalı idealist düşünce biçimini yansıtan modernizmi geride bıraktığı, neredeyse batan bir gemiden kendini sahip olduğu varlıkları ile birlikte kurtarma çabasında olanların telaşını yansıtmaktadır.

Serbest piyasa ekonomisinin sonu mu?

Bu tespit, ABD’de son bir yıldan bu yana olup bitenlerin ekonomik durgunluk boyutlarını aşmış olduğu değerlendirmesi yapan bir grup uzmana ait. Yaşanan bunalımın sadece bir ekonomik bunalım niteliğini taşımadığı, ama bundan çok daha ötede, egemen ideolojik çözümsüzlükleri beraberinde getirdiği belirtiliyor.

Bu tespit oldukça isabetlidir. Çünkü sermayenin son zamanlarda tüm dünyada insan hakları, vs. gibi hiçbir etik kural gözetmeksizin gerçekleştirdiği soykırım başka bir biçimde açıklanamaz. ABD, Irak’ta ve Afganistan’da dünyanın gözü önünde soykırım uyguluyor. Irak’ta yüz binlerce insan öldürüldü. Afganistan’da misket bombaları ile terörizme karşı mücadele bahanesi ile Afgan direnişlerinin gücünü kırmak amacıyla köyleri bombalıyor. Masum insanlar yaşamlarını yitiriyorlar.

Enerji rezervlerinin ve dağıtım yollarının bulunduğu bölgelerde hâkimiyet sağlayarak ekonomisine ucuz petrol sağlamanın bir başka yolu yok.

Küresel sermaye, 15. yüzyıldan başlayarak Asya, Afrika ve L. Amerika yerli halklarının soyunu kurutan atalarının izinden gidiyor. Yeniden soykırıma başvuruyor.

Çünkü ABD ekonomisi bitmiş durumda. Devlet ve hazine, halkın ödediği vergilerle sağlanan bütün imkânlarını kullanarak artık bitmiş durumdaki şirketleri kurtarmak peşinde.

İngiltere’de sadece Northern Rock bankasının hortumladığı para miktarı 100 milyar dolar.

Almanya’da yine bir banka, eyalet şansölyesinin iş birliği ile 50 milyar dolar para hortumladı.

Şimdilik bunlar hazineden vergi kaynakları ile karşılanabiliyor. Ama bu kaynak da sınırsız değil. Bitecek ve bundan sonra her şeyin sonu olacak.

Türkiye’ye etkileri çok daha fazla olacak

Uzmanların uyarıları bu sefer Türkiye’ye yöneliyor. Bunalımın kaynağı, kapitalist ülkelerin metropolleri. Şirketler batıyor. Binlerce, on binlerce işçinin sokağa atılmasını ve bundan sonra zincirleme reaksiyonun başlatılmasını önlemek için, hazine sürekli bu şirketleri kurtarıyor. Şimdilik durum idare eder gibi görünüyorsa da, Türkiye gibi çok ciddi cari açık içinde olan ülkelere olan etkisi doğrudan ve hemen gözlenecek.

Çünkü artık Türkiye’deki faaliyetlerin tümü, metropol ülkelerin şubesi niteliğinde. Eğer kapitalist sistem için söylenenler gerçekleşir, finansal sistem çöker ve şirketler en azından ilk tepki olarak faaliyetlerini küçültmeyi düşünürlerse, altındaki halının çekilmesi ile sendeleyip yere düşecek olan Türkiye gibi istikrarsız, dışa her zamankinden daha bağımlı ülke olacak.

Sermaye ve onun temsilcisi hükümet, kendine bu korkulu rüya için bahane arar gibidir. Tüm dünya ülkelerinde 1 Mayıs’lar coşku ile tatil ve bayram günü niteliğinde sonuna kadar kanıksanmış bir biçimde kutlanırken, Türkiye’de aynı coşkuyu yaşamak isteyen işçiler teröre kucak açmak, marjinal grupları kollamak, düzeni bozmak, “baş getirmek”, “ayak takımı” olmakla suçlanmaktadır.

Hükümet çevreleri, bundan sonra Türkiye’de sermayenin bitmişliği, tükenmişliği, iflası, dejenerasyonu ve kısaca tümüyle ideolojik var olma temellerini kaybetmiş olması nedeniyle yaşanacak olumsuzlukların sorumlusu ilan edileceklerdir.

Finans çevreleri, Türkiye’nin kredi notunu düşürme peşinde. Citigroup, Türkiye’nin ağırlığını düşürdü. Türkiye’yi nötr seviyesine düşüren grup, onu riskten kaçınma hareketine en açık ülke olduğunu açıkladı. Bu arada da Polonya’nın notunu yükseltmiş olduğu da ilginç bir gelişme olarak kaydedildi.

S&P değerlendirme kuruluşundan gelen haber piyasaları karıştırdı. Türkiye’nin ekonomik görünümünün negatife indirilmesi, siyasi ortamın gerginliğine bağlantı.

Ahlaksız para sermayesi

Tüm kötülüklerin altında küresel finans piyasası yatıyor. Bu kuşkusuz, özel bir durum değil. Kapitalizmin doğal bir görünümü ve sonucu. Tüm piyasa mekanizmaları ele geçirildiğine finans çevreleri için hortumlama çok kolaylaşıyor. Hortumlama yolu ile bankalar soyuluyor.

Her geçen gün yeni bir spekülatif gelişme yaşanıyor – yani açık hortumlama yöntemi ile finans piyasalarının şimdiye kadar yaptığı dolandırıcılık tutarının bir trilyon doların üzerine çıktığı ifade ediliyor. Yani Türkiye’nin ulusal gelirinin 2,5 katından daha fazla.

Bu ahlaksızlığa dur demek mümkün değil. Tipik örneği Türkiye’de yaşanıyor. Finans sermayesine tüm kapılar ardına kadar açıldı. Çünkü herkesi satın alabiliyor finans sermayesi. Sermayenin dolaşımına her türlü engeller kaldırıldı. Reel faizler ise olmayacak düzeyde yüksek tutuldu. Bundan sonra Türkiye’ye gelen sermaye, kısa sürede ikiye katlanıp geri gidiyor.

Hortumlamanın kaynağı belli. İşçiler giderek artan hayat pahalılığı karşısında seslerini duyurmaya çalıştıklarında da, 1 Mayıs’ta yaşananlarla karşı karşıya kalıyorlar. Ahlaksız finans sermayesi temsilcileri, işçileri aynı ahlaksız tutum ile değerlendiriyor ve görüyorlar.